16 Mayıs 2013 Perşembe

INTERRAIL BAŞLASIN!


    Erasmus'a geldiğimiz ilk günden beri ağzımızda dolanan tek bir kelime vardı.O da INTERRAIL.Çantamızı alıp Avrupa'yı karış karış gezme fikri hiç aklımızdan çıkmadı.Şimdiye kadar uçakla gezdik fakat hiçbirinin en kafa dengi arkadaşınla trende 22 günlük maceranın ötesine geçemeyeceğini biliyorduk..Her türlü zorluğu çoktan göze aldık.Trenlerde uyumayı ,gerekirse istasyonlarda kalmayı,deniz kenarlarında sabahlamayı, sokaklarda kalmayı..






    Erasmus'a 17 Eylül'de başladık ve tam 8. ayımızın dolduğu gün 17 Mayıs'ta İnterrail'e başlıyoruz.Rüyamızı gerçekleştiricek olmanın mutluluğu ,heyecanı günlerdir üzerimizde.Çıkacağımız 22 günlük interrailin rotasını belirlerken tüm hayal şehirlerimizi de içine almaya çalıştık.Ve en sonunda rotamızı tam olarak belirlediğimizde çıkan sonuç bize göre inanılmaz oldu.Bu turu sorunsuz gerçekleştirmek tek dileğimiz.




Girls we can do it :)

     İtalya'yı daha önceden gezdiğimiz için rotanın içine başlangıçta almadık.En son Benevento'ya dönerken İtalya'da göremediğimiz bir kaç şehri de rotamıza ekledik.Rotamızı ayarlarken tüm şehirlerin kurdu haline geldik.Hergün araştırdığımız şehirlerden bize en cazip gelenlerini seçip diğerlerini eledik.Sonunda Rotamız hazır.



      Şu an rotamızı tamamını yapabilirsek 9936 kilometre.Neredeyse Ekvatorun çapı kadar yapacağımız yolculukta 11 ülke ve 25 şehir görmek planımız..Avusturya,Slovakya,Macaristan,Çek Cumhuriyeti,Almanya,Hollanda,Belçika,Fransa,İspanya,Monaco ve İtalya.

1)VIYANA
2)BRATISLAVA
3)BUDAPEŞTE
4)PRAG
5)BERLIN
6)AMSTERDAM
7)ROTTERDAM
8)BRÜKSEL
9)KÖLN
10)FRANKFURT
11)LÜKSEMBURG
12)PARIS
13)BIARRITZ :Okyanusta yüzebilmek için sırf bu Fransız şehrine gidiyoruz! :)
14)TOULOUSE
15)ANDORRA
16)BARSELONA
17)MADRID
18)VALENCIA
19)IBIZA : http://www.youtube.com/watch?v=qa7EIjhJ_fw! Rüyalarrrr gerçek oluyor aa dostlar! :)
20)NICE
21)SAINT TROPEZ: http://www.youtube.com/watch?v=Kh2FRFhS7QY Klibini ilk izlediğimde gidicez demiştik!
22)CANNES
23)MONACO
24)GENOVA
25)PORTO FINO(Genova)
26)COMO Gölü(Milano)

   Eğer bunu yapabilirsek Erasmus'da bunu da yapamadım diyebilceğim birşey kalmamış olacak.Döndüğümüzde Erasmus bitimine giderek daha yaklaşmış olacağız.Şu an bunu düşünmek istemiyorum tabii ki! :) Ailemizi arayıp "Biz Avrupa turuna çıkıyoruz" dediğimizde bize dedikleri tek şey "iyi yolculuklar" oldu.Bize bu özgürlüğü 22 yaşında tattıran ailelerimize sahip olmak bizim en büyük şansımız şüphesiz.
     Interrail benim en büyük hayalimdi gerçekten gerçekleştirmenin mutluluğunu hiçbirşeyin önlemesini istemiyorum.Şansa ve duaya ihtiyacımız var sanırım.Bize şans dileyin nolur :)

Döndüğümde tüm yeni gördüğüm şehirlerle blogda görüşmek üzere!! CİAO!



14 Mayıs 2013 Salı

LONDRA

     Londraaa...Bu şehre neden bu kadar gitmek istediğimi bilmiyorum.Kendini kayırışından mı çekici gelişi yoksa bize bu kadar soğuk duruşundan mı bilinmez ama kafaya koydum ara tatilde Türkiye'ye gittiğimde.İtalyan vizesi,Schengen ,yeşil pasaport hepsine rağmen İngiltere'ye girebilmenin imkanı yok.İtalya'ya geri döndüğümde ilk işim Roma'da İngiltere vizesine başvurmak oldu.Başvuru formundaki sevimsiz soruları sinirle doldurdum.Terörist olup olmadığımı anlamaya çalışan,saçma sapan yığınla sorular..Bu sorular favorilerim oldu.Tabii ki Teröristim ve Big Ben'i patlatmaya gidiyorum.


      Babamın maaş bordrosuna kadar eksiksiz belge isteyen konsolosluğa tüm uçak biletlerim, kalcak yer dahil tüm belgeleri eksiksiz verdim ve zorlu bekleme süreci başladı..Son 1 gün öncesi ve üstelik öğlenden sonra elime ulaşan vizem az daha tüm biletlerimi yakmama sebep olacaktı.Üstelik sadece İngiltere değil Hollanda gezim de bununla beraber yanmış olacaktı.1 saatte hazırlanan bavul apar topar telaş derken Hollanda'ya,Hollanda'da 5 gün gezdikten sonra kalan 3 gün de Londra'ya aitti.Uçakta European olmayanlara ait olan formu doldurdum.Havaalanına indiğimde (NO EUROPEAN) kısmına geçip kısa bi niye geldin?ne okuyosun?kimsin nesin? sorgusundan sonra
artık İngiltere sınırlarına giriyorum.
Fly Mood
       Kuzenimle birlikte kız kıza gezeceğimiz 3 günlük Londra'nın tüm bu eziyetlere değeceğinden bi haberdik tabii o zaman :)

   
       London Stansted airporttan direk kalcağımız yer olan Liverpool Street'e gidiyoruz.Eşyalarımızı otele bıraktığımızda saat gece 1'di.Tüm gün yorgunluğuna,yolculuğa ve üstelik ufak olsa da strese rağmen gece vakti direk ünlü Tower Brigde'e gidiyoruz.Londra'nın bomboş sokaklarında Thames nehrinin kıyısından yürüye yürüye Tower Bridge'e ulaşıyoruz.Suyun üzerindeki görkeminin yanında benim en çok hoşuma giden mavi oluşu oldu.Suyla uyum sağlamış yeterince.Yanına gittiğimiz sırada şansımıza gemi geçiyordu ve köprünün kapakları havadayken uzun uzun köprüyü izledik.Yanında kaykay yapanlar mı ararsın paten kayanlar mı?

London Bridge


London Bridge



       Londra havasının sürekli değişken olduğunu önceden biliyordum.Yağmurla da çok hoşlaştığım söylenemez.Fakat bizim kaldığımız 3 gün boyunca Londra 20 derece altına düşmediği gibi güneşi eksik olmadı.Bir yağmur tanesi bile değmedi bize :) Bu da vize stresininden sonra bana verdiği hediye olmalıydı Londra'nın :)

       Londra'da ilk sabahımızda gitmek istediğimiz yer Westminster.Londra'nın simgesi haline gelen Big Ben çan kulesi ve London Eye dev dönme dolap.Kaldığımız yerden haritaya baktığımızda pek uzak gibi görülmeyen bu yolu yürümeye karar veriyoruz.Londra'daki aydınlık ilk günümüz oluşundan etrafı izleye izleye sokaklarda ilerliyoruz.Taksiler,iki katlı otobüsler,ünlü kırmızı telefon kulübeleri...İyice Londra havasına girdikten sonra yürüyerek gitmeye pes edip günlük travel card'lardan alıp dünyanın en eski metrosu olan Londra metrosunu kullanıyoruz.Şimdiye kadar bindiğim metrolar arasında en sistemli ve rahat olan metro kesinlikle Londra metrosu.Londra metrosundan durmadan yankılanan anons iste: "Please mind the gap between the train and the platform" :) İlk indiğimiz durak "Westminster".Metrodan çıkarken saatler tam 11.00'i gösterdiğinden önce Big Ben'in çan sesi yankılanıyor kulaklarımızda sonra tüm ihtişamıyla birlikte karşımıza çıkıyor.Yeni bir ülkeye veya şehre gittiğimde en sevdiğim his fotoğraflardan bildiğim ünlü simgesel yapıtlarını ilk görüşteki heyecan ve garip mutluluk.Big Ben ve hemen soldaki London Eye'ı görünce de aynı hissi tekrar yaşıyorum.Londra'ya gitmeden önce araştırdığımda gördüğüm fotoğrafların aynısına gözlerimle şahit oluyorum.Big Ben'in önünden geçen kırmızı iki katlı otobüsler ,SightSeening Tour otobüsleri ve ellerinde fotoğraf makineleriyle kalabalık insan yığını..London eye'a binmeyi hiç düşünmedim elbette güzel olabilirdi fakat hem sürem kısıtlı hem de asıl güzel olanın London Eye'i uzaktan izlemek olduğunu düşündüm.

Big Ben

Big  Ben

London Eye

    London Eye'da beni bekleyen küçük misafirim vardı.Uğurum böcüüm uçtu geldi koluma :)

   
        Londra'ya gelmek isteyişimin en büyük sebeplerinden biri de Hugh Grant'ın oynadığı Nothing Hill filmi.O kadar sevmiş olmayım ki Londra'da ilk günümde gitmek istediğim yer Nothing Hill oldu.Metroyla direk Nothing Hill'de inip filmdeki dükkanı ararken geçtiğimiz sokak Portobello sokağı.Vintage shoplarla ,antikalarla,rengarenk evlerle donatılmış bu sokak gerçekten çok sevimli.Vintage hastası olduğumuz için bu sokakta uzunca vakit geçiriyoruz.Sonunda filmin çekildiği dükkanı buluyoruz.Filmde kitapçı olan bu dükkan şu an ayakkabıcıya dönüşmüş durumda :)

Nothing  Hill
Portobello
    Londra'nın en ilginç tarafı araba ve otobüslerdeki şoför koltuğunun yerleri.Başta "sadece şoförün yeri değişik ya işte solda değil de sağda oturuyo!" diye düşünsem de, gittiğimde farkediyorum tüm yönler,şeritler hepsi farklı.Karşıdan karşıya geçerken önce sola bakmak yerine sağa bakmaya bir türlü alışamadım.Benim gibi bir çok insan olmalı ki yerlerde "LOOK RİGHT" , "LOOK LEFT" yazıyordu :) Ünlü otobüslerine binmeden dönme diyen teyzemi dinleyip Nothing Hill'den Oxford street'e giderken meşhur iki katlı otobüslerine biniyoruz :) Şehri izlerken öyle bir dalmış olmalıyız ki son durağa gelmişiz farketmeden.Hadi ordan gerisin geriye bi tur daha bindiriyor amca bizi.Tatlı tatlı aksanıyla konuşa konuşa geliyoruz Oxford Street'e.Amcanın mükemmel ingilizcesini dinlerken Nihat Doğan'ın sözü geliyor aklıma.."Geçen gün İngiltere'ye gittim.Adamlar aşmış arkadaş,elin çöpçüsü bile İngilizce konuşuyor." :))

Oxford Street
                  

      Oxford Street dünyanın en meşhur ve insanların çılgın gibi alışveriş yaptığı caddelerden.Aynı zamanda Londra'nın en uzun caddesi.İngiltere'deki en büyük çılgınlık Primark.Mağazalarında insanların kendilerini kaybettikleri alışveriş cenneti.İnsanın gözü dönüyor gerçekten.Oxford street'te yürüyen 3 insanın 2'sinin elinde kesin Primark poşeti bulunuyor.Aynı zamanda Oxford street ünlü markalara da ev sahipliği yapıyor.Bu ünlü markaların yeni tasarımlarını  görmek, mağazaları gezmek gerçekten çok keyifli.Soho meydanına giderken ingiliz publarının önünden geçiyoruz.İnsanlar çoktan içkilerini yudumlamaya başlamışlar.Ellerinde biralarla sokaklarda eğlenen insanlar güneşin tadını çıkarıyordu sanırım biralarıyla :) Yürüyerek ulaştığımız yerse Piccadilly Circus..Dev ışıklı tabelaların ve Eros heykelinin bulunduğu aynı zamanda.Gündüz gittiğimizde meydanda rapperlar dans ediyordu.İnsanlar etrafında onları izliyordu.Londra'nın en sevdiğim yönü sürekli her an her yerden bir aktivite fışkırıyor olması.Her gittiğimiz yerde elbet bir gösteri kesin izledik.İngiltere'ye gelmeden en çok istediğim bir müzikale gidebilmekti."Mamma Mia" ya gitmeyi çok istemiştim.Ama kısmet olmadı gidemedim.Fakat neredeyse tüm müzikallerin önünden geçtim bana göre dıştan en güzeli Thriller ve Singing in the Rain :)





Eros'un okunu atmasını beklerken :)

      Gece yemekten sonra tekrar Oxford street'e geliyoruz.Uzun yürüme parkurunda sonra Piccadilly Circus'a gidiyoruz.Bu sefer daha net görünen ışıklarıyla meydan gerçekten çok hareketli.Eros'un karşısında köşede bulunan cafe direk ilgimizi çekiyor.Kahve Dünyası bir dükkanını da Londra'nın en ünlü yerine kondurmuş:)








       Gece bir anda önümüze çıkan m&m's world'de sıyırmanın eşiğinden döndük.


      Simgesel haline gelmiş yapıtlar bana göre gece daha ihtişamlı.Bu yüzden gece 12 civarında tekrar Big Ben'e gidiyoruz.Yanılmamış olduğumu bir kez daha anlıyorum.Daha görkemli ,daha etkileyici göründüğü kesin.London Eye mavi ışıklandırmasıyla gerçekten çok güzel.Hava da yazdan kalmış gibi.Thames nehrinin üzerindeki Londra'nın en ünlü köprüsünde oturuyoruz saatlerce Big Ben'e,Parlomento binasına ve London Eye'a karşı :)






        Londra'da 2.gününe ünlü ingiliz kahvaltısıyla başlıyoruz.Bana göre bir Türk kahvaltısı değil.Hatta asla yanına yaklaşamaz ama italya'da olmayan kahvaltı kültüründen sonra ingiliz kahvaltısı nefsimi biraz da olsa köreltiyor.Çayı sütle içme fikriyse bana gerçekten çok yakın.Çok sevdim.


English Breakfast

        Bu günkü turumuz Camden Town.Öncesinde çok duyduğum kesin git ,görmeden dönme dedikleri yerdi.Giderken metroda elimdeki broşürde angel durağında bulunan dev dragon kanatlarını gördüm.Yolumuzun üzeri olduğu için indik angel duragında ve melek olduk :)


                                 

       Camden Town benim Londra'da en çok beğendiğim yer oldu.Uç olan her şeye ilgim olduğu doğru ama Camden Town bambaşkaydı.Saatler aktı gitti adeta..Plak dükkanlarında kendimi kaybettim,ikinci el kıyafetler,takılar,bin bir çeşit piercingler,hediyelik eşyalar derken beynim döndü çoğu kez.İnanılmaz orijinal ayakkabıların olduğu dükkanlardan çıkmak istemedim ve tüm paramı Camden Town'da bıraktım.Şimdiye kadar gördüğümden bambaşka bir Londra'ydı.

Camden town

Camden Town

Camden Town

Camden Town



   
      Son günümüzün sabahını Hyde Park'ta geçirmek istediğimiz için Hyde park yakınlarındaki başka bi otele geçiyoruz son gece.Gece şehirde yine tur atarken İngiltere kraliçesinin sarayı Buckingham sarayının yakınlarında ve Hyde park'ta uzunca vakit geçiriyoruz.Londranın sokakları da çok eğlenceli.Nereye gittiğini bilmeden yürümekse daha eğlenceli :)

      Yine güneşli Londra sabahında bu sefer direk Hyde parka gidiyoruz.Londra insanının nefes aldığı şehir merkezindeki devasa park.İnsanlar güneşe gerçekten hasret olmalı ki şezlonglarını getirmiş güneşleniyorlardı.İngilizlerin çok güzel baktıkları,rengarenk çiçeklerle donattıkları ,ortasından nehir geçen ve aynı zamanda göl de bulunan bu parkta spor yapan,kitap okuyan,gitar çalan her türlü aktivite mevcut.


Hyde Park

Hyde Park


      İngilizlere inat Chelsea'den Galatasaray'a gelen Drogba'nın formasını giydim Hyde Park'ta.Üstelik şampiyon olduğumuz geceydi o gece!Galatasaray benim her yerde gururum demiştim di mi bunu önceden?

Forza Galatasaray :)
      Kuzenimin uçağı erken olduğu için öğlen 1 gibi ayrılmak zorunda kaldık Hyde Park'tan.Kuzenimi havaalanı otobüsüne bindirdikten sonra tek bir Allah'ın kulunu tanımadığım bu şehirde çok yalnız bir o kadar da özgürdüm..Yapayalnız gezdiğim Londra'da prizleri farklı olduğu için telefonumu bile şarj edemiyordum..Tüm bu durumlar beni korkutması gerekirken aksine keyiflendirdi.Başka ülkeleri, şehirleri gezmenin bana göre en güzel yanı her birinde ayrı bir hikaye bırakmak.Çoğu zaman sen onu oramasan da o seni bulabiliyor.Sonra insanın filmlerde olur bunlar dedikleri şeylerin gerçekten hayatta da olduğunu görünce daha çok inanıyor yaşamın büyüsüne..

      Yalnız başımayken ilk girdiğim yer Londra'nın en büyük müzik marketi HMW.Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi grupları neredeyse İngiltere'den çıkmış.The Beatles,Pink Floyd,Led Zeppelin,Queen,The Rolling Stones,Oasis,Radiohead,Muse,Placebo,Coldplay ve daha sayamadığım bi sürü grup.Bu grupların Londra'daki canlı konserlerinin olduğu albümlerden alıyorum.Oxford Street'te ünlü mağazaların vitrinleriyle oyalanıyorum,Primark baya bir vaktimi alıyor yine.Sonra Covent Garden'a düşüyor yolum.

Covent Garden

     
Covert Garden'da köşede bulunan dev Apple Store'un karşısında yere oturup insanları izledim pringles eşliğinde.Sokaklardaki şovlar gerçekten insanı eğlendiriyor.Baya güldüm kendi kendime.Sonra gerçek Guinness birası nasılmış öğrenmek için şovların olduğu geniş meydanın yakınındaki ünlü pub Punch&Judy'e oturuyorum.Pubda uzunca vakit geçirdikten sonra yine kaybola kaybola Trafalgar Square'e ulaşıyorum.Ardından önüme çıkan köprüden devam edince önüme tekrar London Eye çıkıyor.O an hiç beklemiyordum oraya çıkabilceğimi, hatta vedalaşmıştık bi gün öncesinde London Eye ile, ama kader ya aslında Londra'nın en güzel vakti beni bekliyormuş.Köprüyü geçip London Eye'ın aşağı kısmına indiğimde tam anlamıyla şölen vardı.Tüm insanlar orda toplanmıştı sanki çok
kalabalıktı.Bir tarafta gitar çalan adam,diğer tarafta nerden geldiğini anlayamadığım arabic müzik,çocukların sevdiği sabunlardan balonlar yapan adam,Big ben'i karşısına alıp tablosuna çizen dünyanın en şanslı ressamı,Waffle dükkanları,HALAL KEBABçılar :) ,kayak alanında kayak yapan gençler ,Grafiti yapan çocuklar ,ayaklı Londra telefon kulübesi ve tüm bunlara eşlik eden Big Ben,London Eye ve insanlar.Öyle fotoğraflar çektim ki makinamla kendim bile inanamadım bazılarına :)












Yine yollarımız kesişti Big Benle :)Son bir kez vedalaşırken güneşiyle göz kırptı bana :)





Londra'dan geriye kalanlar :)

P.S:Londra beni çok güzel karşıladı gerçekten..Yakın zamanda fırsat bulduğumda kaçırmayıp tekrar geleceğimden adım kadar eminim ama hava güneşli olacaksa :)