20 Nisan 2013 Cumartesi

PISA


       İtalya'nın Toscana bölgesinde yer alan Pisa şehri Floransa'ya trenle 1 saat uzaklıkta.Gece şehre indiğimizde yine kimseler yoktu.İstasyondan kuleyi görene kadar yürüdük epey.Uzaktan sadece kule göründü eğikliğini önce tam anlayamadım ama yanındaki katedralle yanyana baktığımda inanılmaz eğik olduğunu farkettim. Pisa kulesinin olduğu meydanın adı Piazza del Duomo.Kulenin yanında vaftizhane ve katedral bulunuyor.Aslen Pisa kulesi çan kulesi.Eğik eğik diyolardı da bu kadar eğik de beklemiyordum açıkcası.Her an yıkılcakmış gibi duran Pisa kulesi aslında tamamen mimari bir hatadan dolayı yamuk.Sağlam olmayan zeminden dolayı güneye doğru eğilen kule İtalya'nın yıllar sonra sembolü haline gelmiş.Bu durumu lehine çevirmeyi çok iyi başaran İtalyanlar normalde hiçbir numarası olmayan Pisa şehrini bile sadece kuleyle turistik hale getirmişler.Halen ziyaretçi sayısı kontrol edilen kuleye ziyaret süresi 30 dakika ile sınırlandırılmış olup 8 yaşından küçüklerin girmesi yasakmış.Bana göre kuleye çıkmak tamamen saçma zaten.Kulenin olayı dışardan bakınca yamuk durması :) Koca şehirde kuleden başka gidilecek tek bir yer olmazken yine de deprem meprem olmadan Pisa şehrine gidin ve Pisa kulesini görün derim :)


     
          Pisa kulesiyle akrobatik fotoğraflar çekilmek ,el ayak farketmez kuleyi dikleştiriyormuş gibi fotoğraf çekilmek farz olmuşken ben de geri kalmıyorum: öperken,tekmeleyerek yıkarken ,yumruk atarken,kuleyi dondurma gibi yerken,kuleye gözlük takarken verilebilecek  tüm saçma pozları verip görevi tamamlıyorum :) İnsanların kuleyle havaya verdikleri
ve eminim aslında sandıkları gibi çıkmayan pozlarını uzaktan izlemekse çok eğlenceli :)

mission completed

mission completed

Pisa gel de öpeyim gerdanından :)

bu fotoğrafta beni bul.








ahahahhaaha :)

16 Nisan 2013 Salı

VENEDIK


      Kendi masalıma mı geldim, yoksa rüyada mıyım? Eğer rüyaysa uyandırma ama kendi masalımsa bu, hiç bitmesin nolur!


      Trenden bavulla inip garın içinden yürüdük.Marketten bir su aldık..Yola devam ettik her gar gibi Venedik'in Santa Lucia'sı da acaip kalabalıktı.Garın çıkışını görüp merdivenlerinden inerken ağzımın açık olduğunu ve gülmeye başladığı hatırlıyorum.İşte o zaman PLAY tuşuna basılmıştı "Bir genç kızın rüyası gerçek oluyor" adlı masalımın.Karşımda dev yeşil kubbeli kilise vardı,turkuaz rengi suyun üzerinde süzülerek giden gondollar,vaporettolar ve şehre hayran gözlerle bakan insanlar...



     Vaporetto denen teknelerden birine biniyoruz.Büyük kanalı geze geze bedavadan keyif yapıyoruz.Bu büyük kanal dünyanın en güzel caddesi seçilmiş aynı zamanda.Arabaların teknelere ve gondollara ,asfaltın suya dönüştüğü bu kanal gerçekten hakediyor en güzel olmayı.Venedik'in sembolü Rialto Köprüsüne doğru giderken, köprüye gelinceye kadar daracık sokaklarını ,suyun üstünde hala ayakta kalabilmiş ve artık görmeye alıştığımız İtalya'nın tarihi yapılarını,evlerin rengarenk çiçekli balkonlarını izliyoruz uzaktan.Vapurettodan indikten sonra anlamsızca elimizde bavulla 10 dakika izledik galiba köprüyü hareket etmeden, konuşmadan.Onca insan Rialto köprüsünde belki de hayatlarının en güzel fotoğraflarını çekerken,ben çoktan aşık olmuştum bu şehre.

  Kaldığımız yer Rialto ve ünlü San Marco meydanının tam ortasındaydı.Labirent sokaklardan otele ulaşıp eşyaları bıraktıktan sonra hava çoktan kararmıştı.Rotamızdaki ilk durağımızda "dünyanın salonu" olarak adlandırılan güzelim meydan San Marco vardı.Köprülerle birbirine bağlanan daracık sokakların sonunda şimdiye kadar gördüğüm en güzel meydan olan SAN MARCO meydanına ulaşıyoruz.San Marco meydanı; bazilikası , çan kulesi  ve bunların karşısında bulunan Christmas'a özel dev maskeyle bir anda karşımızda belirmişti.Meydan o kadar güzeldi ki Venedik'te bulunduğum süre boyunca bir an bile bazilikaların içini gezmek istemedim.

San Marco



    San Marco meydanında akan giden saatlerden sonra soluğu Hard Rock Venice'de alıyoruz.Bana göre en fiyakalı Hard Rock Cafe..San Marco'nun hemen dibinde bulunuyor.Hemen önünde  gondol durağı mevcut.Cam kenarında gondol manzaralı masamız,arka planda Pink Floyd müzikleri,önümde leziz hamburgerimle şimdiye kadar yediğim en eşsiz yemek.

Hard Rock Cafe
Hard Rock Cafe
      Christmas şehri hem kalabalıklaştırmıştı hem de renklendirmişti.Venedik'in her köşesi zaten kartpostal olmaya değerken üstüne bir de süslenince kendini kaybedip ,yolunu bulmak istemiyor insan.Rengarenk boy boy maskelerin satıldığı dükkanlardan hemen bir maskeyi alıyorum.Venedik sokaklarında maske yüzümde gezerken dükkanların vitrinlerini izleye izleye sokaklarda kayboluyoruz.

Dev Pizza
 
Bu dükkanın vitrinindeki tüm küçük insancıklar şarkıyla beraber hareket ediyordu :)



     Saat ilerlerken insanların giderek neredeyse yok olduğunu farkettim.Venedik bize kaldı sanki.Sokaklarda sesimiz yankılana yankılana uzun uzun yürüdük.Yeniden Rialto'ya giderken rastladığımız köprülerin hepsinde fotoğraf çekiliyoruz..Şüphesiz hayatımın en güzel fotoğrafları Venedik'ten çıktı.Neredeyse tamamı kapalı olan dükkanların yine vitrinlerine baka baka Venedik'in gizemli sokaklarında ilerlerken, şapka dükkanlarının sıklığı dikkatimi çekiyor.Hatta Venedik şapkası olarak adlandırdıkları şapkadan almayı kafaya koyuyorum.Yeniden Rialto'ya ulaşıyoruz.Karaya bağlanan tekneler,bembeyaz Rialto köprüsü ,maske derken çok eğlenerek fotoğraflar çekiliyoruz.






Rialto Bridge

Rialto Bridge
     Venedik'te 28 Aralık olmasına rağmen güneşli havada uyanmış olmanın mutluluğuyla sokaklara attık kendimizi.Ünlü balık haline gittik,gece olacaklardan habersiz deniz canlılarına bakamıyordum bile. Daracık sokaklar arasında yine kaybolmayı seçtik.Amacımız Accademia köprüsüne gitmekti ama ulaşmamız 3 saati aldı sanırım.Yürüdük yürüdük çok yürüdük belki aynı yerlerden geçtik belki ters yönlerden gittik ama haritaya bakmadık gerek  de duymadık.Çünkü bulduğumuz her yerde bambaşka güzellikler vardı.Şapkalı, çizgili gömlekli İtalyan amcaların şarkılar söyleyerek yürüdüğü bir şehir.Geri kalmayıp hemen bir şapka da ben alıyorum Venedik hatırası :)






Dar sokaklarıyla Venedik




Accademia Köprüsü
     Kaç kere kaybolduğumuzu hatırlamıyorum.Rengarenk evleri izleye izleye ilerlerken  yeşil  yaprakların arasından başka köprüleri buluyoruz.Her adım başı tablo gibi olduğundan her yerinde defalarca fotoğraf çekildik bıkmadan,usanmadan,yorulmadan. Bir ara gondolların yapıldığı tersanelere ulaştık ardındansa denize açıldı yolumuz.


Tersane

      Dönüp dolaşıp gondolların olduğu yere geliyoruz.Eskiden tüm gondollar renkliymiş ama daha sonra bu gondolların hepsini siyaha boyamışlar.Gelmeden önce her yerde okudum.Oldukça uçuk fiyatlı olduğu doğruydu.Ama okuduğum kitabın bir köşesinde "Venedik tarihin derinliklerinde kaybolduktan sonra torunlarınıza Venedik'e gidip gondola binmediğinizi nasıl açıklayacaksınız?" yazıyordu.Beni bitiren cümle buydu.Kafalarında hasır şapkalar,gözlerinde top top gözlükler,çizgili gömleklerle gondolcular "Gondola" diye bağırırken, deniz kenarında Çinli iki arkadaş bulduk,pazarlık yaptık ve bindik.Her ne kadar ısrar etsem de gondolcu amcaya bir türlü şarkı söyletemedim.Daracık sokakların arasından akan suyun üzerinde kayan gondolun çıkardığı fışırtı sesini dinleye dinleye giderken yan gondolcunun sesiyle kendimizden geçiyoruz.Tüm dar sokaklarını gezdikten sonra gondolla San Marco meydanına geliyoruz.Bana göre hayatım boyunca karşılaştığım en büyük şanslardan biriydi bu.Çünkü tam güneş batarken gondolla San Marco meydanındaydım.Farkında olmadan hayatımın en güzel fotoğrafını kendi telefonumdan çektim aynı zamanda çekildim.Venedik işte o an rüya olmalıydı.Şu an farkediyorum.


Hayatım boyunca çektiğim en güzel fotoğraf

GONDOL Turu

   


Bu da hayatım boyunca çekildiğim en güzel fotoğraf bana göre
Suyun Şehri

    Tüm gün boyunca saatlerce yürümeme rağmen bitmek tükenmek bilmeyen enerjiyle ayagımda 2 kilo Harley Davidson'la San Marco'da mutluluktan uçarken :)

San Marco Bazilikası
     San Marco'da en çok ilgimi çeken meydanda karışıklı ama toplu halde bulunan sandalyelerdi.Bu sandalyeler iki ayrı cafeye ait olup Avusturya İmparatorluğu dönemindeki düşman cafe Quandi'yi,İtalyan milliyetçiler ise Florian'da toplanırmış.Bu meydana yazın gelip açık hava konserlerinde Napoliten aşk şarkılarını dinlemek eminim çok güzeldir.Venedik öyle bir şehir ki hayatım boyunca ne zaman gitsem asla sıkılmayacakmışım gibi.Yeri hep ayrı kalacak sanırım bende.

   Venedik'e gelip ünlü şaraplarından içmemek olmazdı.Gece tavuk ve balık yiyebilceğimiz şirin bir restauranta giriyoruz.Konya'da yasadığım 18 yıl boyunca bir kere bile midye yememiştim,İzmir'e geldim 3 sene boyunca hiç ağzıma sürmedim.Son derece önyargılı olduğum midye,karides ve kalamar türevlerini o gece nasıl o kadar yediğimi hala aklım almıyor.Üstelik midyeler dolma değildi sadece haşlanmıştı.Şu an neredeyse resme bakamazken o gece löp löp yedim.Şarabın güzelliğine ise diyecek yoktu zaten.Limonçellolar ise ikramdı.Hadi bir de üstüne tatlısız olur mu?


   
   Her güzel şeyin sonu olduğu gibi 3 günlük Venedik rüyası da son bulmuştu.San Marco'yla vedalaşmaya gittiğimizde kuşlar bizi karşılıyor.İtalyan kuşları aynı zamanda insanı gibi kruvasan yiyor :) Elimdeki tüm kruvasanı güvercinlere verdikten sonra kendi kendime Venedik'e tekrar geleceğime söz verdim.STOP!  




Kuş özgürlüktür.
    
    Venedik’te en çok güldüğüm olaysa ara sokaklardan birinin duvarında yazan Nuri Alço yazısıydı.Şanı buralara kadar yürüyüp gelmiş tey tey tey : )  



    Ev arkadaşım Gizem de Venedik'in büyüsüne kapılıp kendini sanata vermişti.Ben 4 senedir onun ressam olduğundan bihabermişim.

Gizem'in Tablosu

P.S:Venedik'teyken bir kere daha anladım ki "Hayat sunulmuş bir armağan insana" :)


1 Nisan 2013 Pazartesi

VERONA



 Juliet:
-Ah Romeo Romeo neden Romeo'sun sen.İnkar et adını. Benim düşmanım olan ismindir yanlızca.
Romeo:
-Benim adımın değeri yok.Seni seven adım değil.Adımı silip atarım ya kalbim.Kalbimi söküp atabilir miyim?
Juliet:
-Kalbinde bana yer var lakin umut yok.
Romeo:
-Eğer sevgin azalacaksa gittikçe çoğalan aşkımdan, bırak avcılar çıkarsın kalbimi yerinden! Sök at ne varsa, yok et benim olmadığım herşeyi. Görebileceğin bir şey kalmasın benden kalan…
Juliet:
-Sevinçler üstü bir sevinç beklemeseydi şimdi beni, acı olurdu böyle çabucak bırakıp gitmek seni..

        Shakespeare'in dünyaca ünlü ölümsüz eseri Romeo ve Juliet; düşman ailelerin birbirlerine aşık çocukları..İlk gördükleri anda birbirlerine aşık olmuş ,birbirleri için ölümü göze almış fakat birbirlerine asla kavuşamamışlar.Romeo ve Juliet'in aşk hikayesi Verona'ya gerçekten çok yakışmış.Ciddi olarak adlandırdığım Milano'dan sonra bu şirin şehir kuzey İtalya'nın hem şıklığını hem zenginliğini barındırıyor.Küçücük ama sevimli mi sevimli.


      Verona'da ilk gittiğimiz yer Castelvecchio (Eski Kale).Şehrin merkezinde bulunan kalenin nehir üzerindeki köprüsünden ilerledikten sonra tarihi şehre giriş kapısı bulunuyor..Adige nehri, köprüsü  ve arnavut kaldırımı yollarıyla gece manzarası adeta bir görsel şölendi. 



Castelvecchio

      Verona'nın kalbi Piazza Bra'da atıyor.Meydanda bulunan Roma arenası; Colosseum gibi eskiden gladyatörlerin savaştığı yermiş.Şimdiyse yaz aylarında Avrupa'nın en popüler konser mekanlarından biri.Christmas'ta gittiğimiz için Arenada bir değişiklik vardı.Christmas İsa'nın doğduğu gün kabul edildiği için arenanın kenarından meydana doğru kayan dev bir kuyruklu  yıldız vardı.İncil'e göre bu yıldız İsa doğarken görülmüş ve onu simgelemekteydi.

ARENA

       Arenada ertesi gün bizi karşılayan diğer bir süpriz ise hemen yanında duran gladyatör kostümlü adamlardı.Onlara yaklaştığımı görünce koşarak yanıma geldiler ve bir sürü fotoğraf çekildik.

ARENA

      Christmas yüzünden şehrin her tarafı sokak sanatçılarıyla doluydu.En çok hoşuma giden son derece yaratıcı görünen mumya oldu.


      Şehir o kadar sevimli ki mağazaların olduğu dar caddelerden Erbe meydanına ulaştığımızda sağda Juliet'in evi ,solda rengarenk cafelerin ve dev yılbaşı ağacının bulunduğu yere ulaşıyoruz.Yaz kış demeden dondurma yedim İtalya'da ve sanırım en güzeli Verona'daydı.



       Bence şehrin en güzel yeri Juliet'in evi.Kar amacı güttüğü ve  turizm için yapılmış bir yer olduğu çok açık fakat her yıl gelen binlerce turistin adeta yeni baştan yarattığı evin duvarları görülmeye değer.Duvarların tamamı sakızlarla,yapıştırılmış aşk dileği kağıtlarla dolu.Demir parmaklıklar ise kilitlerden görünmüyor.Aynı zamanda evde Juliet'in meşhur balkonu var ve hemen altında okşanmaktan aşınmış sağ göğsüyle Juliet'in bronz heykeli duruyor.Küçükken tiyatroda Romeo ve Juliet'i oynadığım için bu ev bende daha fazla etki bıraktı sanırım.

Juliet





       Arenanın hemen yanında bulunan atlı karıncaları,süs havuzlarıyla sevimlilikten ve şıklıktan ölmek üzere olan bu şehirde yaşamak gerçekten masalsı olabilirdi.Tura çıkmadan evvel Verona'yı o kadar önemsememiştim sanki ama İtalya'da Venedik'ten sonra en çok beğendiğim şehir kesinlikle Verona oldu.



P.S: Romeo ve Juliet'in ölümsüz aşkına kapılıp kendinizinkini de ölümsüz zannederken aşkınızı kitlediğiniz insandan gerçekten emin olun.Yoksa sadece kilidi çözmek için Verona'ya dönmek zorunda kalabilirsiniz :)